Geleceği Kucaklamak-3 Bugünden Yarına

 Kapitalist üretim, kullanım değeri olmayan bir şey üretmemesine rağmen, kullanım değeriyle ilgilenmez. Bu onlar için değişim değerinin taşıyıcısı olmasından ibarettir. Değişim değeri üretimi, kullanım değerinin içeriğiyle ilgilenmemesi, emek gücünü kullanırken de  emek gücünün sahibi için de bu içerikten onları "kurtarır". İşçi hem iş bölümüyle, hem de işin içeriğinden "kurtulmasıyla"  üretilen şey ile  bilgi sürecinin de dışına itilir. Hem işin kendisi hem hem işin içeriği hem de işin çıktısı kapitaliste aittir.

Bu tek yanlı yukarıdan aşağıya doğru şekillenen  kolektifler için de geçerlidir. Örneğin bir kavram kullanımından, politika veya kampanya üretimine kadar tek biçimci tarz kaba bir ikna süreciyle tamamlanır ve bir çıktıya dönüşür. Kavramdan, politikaya kadar tüm içerik  en fazla bir kaç kişide toplanır, diğerleri okuyarak ya da ikna üzerine kurulu tartışmalarla genelleştirilmeye çalışılır.  

Çünkü bildiğimiz tarz, her gün yaptığımız üretim alanından, okullara, ailelere ve yaşamın her alanına doğru işler. Bu belirli yoğunlaşmayla ortaya çıkartılan tez'in toplumsallaşmasına benzese de tek yanlı olarak yukarıdan aşağıya doğru şekillenir, bunun tersi de bürokratizmmiş gibi algılanır. 

Demokratik Merkeziyetçiliğin Kolektif Yapısı

Türkiye'de alışık olduğumuz emperyalizm ile halklar arasındaki çelişki ya da burjuvazi ile işçi sınıfı arasındaki çelişki  sanki parti veyahut parti önderi olan kişiyle çelişkiymiş gibi anlatılır ve öyleymiş gibi davranılır. Kişilerde belirli şeylerin somutlaşması doğaldır şüphesiz. Yani tüm burjuvazinin Marx'a doğru saldırısı ya da güncel olarak Stalin'e doğru saldırı, genel itibariyle işçi sınıfının öncülerine ve sosyalizm-komünizme saldırıyı içerir. 

Ancak işçi sınıfının içinde bulunduğu çelişkilerin toplamını devrimci tarzda çözümü, bu çelişkileri aşarak üstesinden geleceğimiz biçimler üzerinde duran kolektifin yaratacağı ve işleteceği biçimle ilişkilidir. Devrim öncesi ve devrim sonrası içerik ve kapsam bakımından belirli farklılıklar taşısa da devrim öncesinde işletilecek biçimler de  işçi sınıfının burjuvaziyle olan tüm çelişkileri aşan bir yerde aranıp-bulunulur. 

Kolektifin kendi  sınırları kendi içinde çelişkilerin odağı haline gelir. Yani kolektif bir sınıf olan proletaryanın, kolektifliğini gizlemeye çalışan kapitalizm, işçi sınıfının kolektif yapısını istediği kadar bozmaya çalışırsa çalışsın, ya da işçi sınıfının ve emeğinin ne kadar bireyselleştirirse bireyselleştirsin, işçi sınıfı tam tersinden kolektif ve toplumsal yapısını korur ve toplumsallaşır. Bu kapitalizmin objektif olarak "yararıdır" ama bu yarar kapitalistin bilinçli olarak yaptığı değil, iç dinamiği ile ilgilidir. Kapitalistin bir diğer görevi bu kolektifliği ve toplumsallaşmanın kendisini olabildiğince gizlemektir. 

Kolektif buluşmalar bilinçli ya da bilinçsiz kolektif emeği kapitalist tarzda işletmeye başladığında, iç çelişkiler  kolektifin sınırlarına dayanır ve krizli yapı meydana gelir. Bunun devrimci çözümleri olmasına rağmen bu krizli yapının üreticileri tutuculaştığında çöküş kaçınılmaz olur. 


Haliyle tüm bu süreç aynı zamanda önderlik tarzıyla da ilişkili hale gelir. Bir kaç elde toplanan ve yukarıdan aşağıya doğru hareket eden  ( böyle olmadığını söyleyenler üstlerine alınmasın. Kesin yaşanmıyordur) tarzın kendisi yine bir kapitalist hareket biçimi olarak karşımıza çıkar(son yıllarda şirket içi işleyişlerde yeni modeller aranıyor). Bunu aşmanın yollarını sonsuz yataylaşma olarak koyanların karşısında "kolektif önderlik", çok yönlü hareket içinde sağlanabilir. Sivil toplumcu tarz eşitler arası yataylaşmayı önerirken yine eşitlerin sınırlarıyla hareket eder. Ancak hareketin biçimleri ne eşitler arasısıdır ne de düalist anlamda aşağıdan-yukarı, yukarıdan-aşağıya biçimiyledir. Bu hareketin tek biçimidir, işlevseldir ama biz işlevselliğin değil kolektif yapının teorik-politik birliği ile beraber kolektifin kurucu biçimlerini aramalıyız. 

Gezi'den bu yana iyice ayyuka çıkmış olan hiyerarşik yapı karşıtlığı, anarko-komünist, otonomcu tarzlara evrimleşme eğilimi taşıyor. Bunlarla ilişkili olarak solcu ağır abilik, şefçilik, sekterlik eleştirileri de yan yana gidiyor. Tüm bu eleştirel demokratik merkeziyetçiliği tek yönlü işletilmesiyle ilişkili olabilir. Ancak bizim anladığımız Demokratik Merkeziyetçilik, kolektif önderliği yaratırken merkezileşme, merkezileşirken  sosyalist demokrasiyi işletir. Yani hareketin kendisi çok yönlüdür ve eşitler arası sınırlı değildir. Bu bize politika üretmenin ve uygulamanın olabildiğince genişlemesini verir. 

Bütünsel bir hareketlenme, kolektif içi sonuçlardan değil, üretim sürecinde söz-karar ilişkisini sürekli olarak canlı tutmakla, teknoloji sayesinde de bu süreci olabildiğince akışkan kılacak biçim, aynı zamanda bireyi özne haline getirmesiyle beraber, tüm bu sürecin kendisini ve çıktısını toplumsallaştırır.

Kolektif önderliğin merkezileşmesi, tüm adımlarda bir kaç elde toplanmış kavram setlerinden, stratejik hedefin kendisine kadarki tüm süreci devrimci tarzda işletmesinin yolunu açacaktır.

Devrim öncesi- bugün'ü böyle kurmak, devrim sonrası üretimden-politika'ya kadar geliştireceğimiz biçimlerin de bir prototipini oluşturur. Aynı zamanda içinde sosyalizmden komünizme geçişin de nüvelerini taşır. Bunu yarından bugüne ve bugünden yarına kurgulayacağımız biçimlerin toplamıyla sosyalizmin kuruculuğuna, kolektif içinde başlanılacak biçimler üzerine ciddi deneyimsellik kazanmak zorunludur.


Merkan Aksoydan 








Yorumlar