Utangaç Üç Dünya'cılık

                               Utangaç Üç Dünya'cılık

 “Üç Dünya”cılık 70’lerde kalan bir tartışma gibi görünse de öyle değil. Bugün hâlâ nefes alıyor. Ancak çeşitlilik kazanmış vaziyette. En azından “ikinci dünya”dan -Almanya, Fransa vb avrupa kıtası- umut kesilmiş. Buna rağmen kendisine sosyalist demeyen ya da demokrasi nüvesi bile taşımayan yerler listeye alınmış. Gerçi Çin aktüel olarak hâlâ geçmişten kalan ajandasıyla Almanya ile olan ticaret akışını hiç olmadığı boyutlara getirmişti. (Çünkü “ikinci dünya” baş emperyalistlere karşı hareketlenebilecek ülkelerdir onlara göre)

"Üç Dünya” çıkışını ilk kim yaptı tartışma konusu olsa da bugün gelinen noktada çok önemli değil. Bugün hâlâ Çin’in bir çeşit sosyalizm olduğunu söyleyenlerle beraber, ABD emperyalizmin karşısında konumlanışını (öyle bir konumlanış varsa tabi) sosyalizan bir karşı koyuş sanrısına sahip olanlarla beraber, Avrasyacılar, Ortadoğu’da ABD ile ilişkisi  olmayan her ülkeyi bir mevzi olarak görenler azımsanmayacak kadar çok olduğunu görüyoruz.

Neo-Üç Dünya’cılık, kapitalist olmayan oligarşi iktidarlarını keşfetmiştir. Onlardan daha önce kapitalist olamayan küçük-burjuva iktidarlar keşfedilmişti zaten. Bu arkadaşlar, bu “keşifi” de sahiplenmektedirler tabi.

Marksist-Leninist olma iddiaları, bu tarz ülkelerde sınıflar mücadelesinin rafa kaldırıldığı sanrısıyla yan yana gidiyor.  Üstelik gözleri o kadar körleşmiştir ki,  grevlere, eylemlere, protestolara “AB liberalizminin oyunu” demekten de kendilerini alamıyorlar.

Sosyalizmin kurulmadığı ülkelerde kapitalist ekonominin dışında bir ekonomi işlediğinin utangaç savunuculuğunun altında yatan sebeplerin başında devlet işletmelerinin oranları, emperyalistlerle aralarındaki sermaye farkları ve  ABD’ye karşı tutumu oluşturuyor. Türkiye’de sık sık sosyalizmi “devletleştirme” sloganına sığdırmaya çalışanlanları hatırlarsınız. Bunu başka ülkeler için uygulamaya başladığınızda onlardan daha “sosyalist” olmuyorsunuz ne yazık ki.

Dünya’yı devletler aracılığı ile okumak, devletlerin diğer devletlerle ilişkilerini incelemek bir şeydir ama her şey değildir. “Üç Dünya” anlayışının temelini burası oluşturuyor. Bugün sovyetlerin yıkılmasıyla bazı değişiklikler olsa da bu “teori”nin savunma hali, ABD’ye karşı ekonomileri geri olan ama diyelim ki ABD’nin ambargo uyguladığı ülkelerin açık savunusuyla beraber bu ülkelerde sınıf mücadelesinin de reddiyesini taşıyor. Öyle ya ABD onlara ambargo uyguluyor ve orada sınıf mücadelesi yok. ABD ile mücadele var…

Ülkelerin bazıları sermaye ihracı yapıyor, bazıları sermaye ihracı yapanların kuklası, bazıları da bu ikisi de değil. Dünya sınıflara göre değil de ülkelere göre bölünmüştür bu görüşe göre. Haliyle sermaye ihracı yapanlara karşı “direniş” esası oluşturur ve her şey görmezden gelinir.



         Sınıflar Kayboldu Yalanının Farklı Versiyonları

Liberalizm ile üç dünyacıların ortak noktası sınıfları kaybetmektir. Liberaller teknolojik gelişmelerle beraber işçi sınıfının ortadan kaybolduğunu iddia ederken diğerleri de geri kalmış ülkelere bakıp “orada işçi sınıfı mı var? Kapitalist ekonomi mi var?” Sorusunu sormaktadır. Devlet-özel işbirliğinde tiranlar kadar sermaye  var ama işçiler ve sömürülen halklar yok.

Bununla beraber milli burjuvazinin “sol kanadını” halk kavramı içine alıp, devrimci olduğu iddiasından sonra üçüncü dünya ülkelerinin başına geçmiş olmaları da işleri değiştirmiyor. Milli burjuvaziyi “doğal olarak” anti-emperyalist olarak görmese bu arkadaşlar bu “işbirlikçi olmayan” ülkeleri de böyle savunmazlardı şüphesiz.

Kapitalist-Emperyalist saldırganlığın vahşileştiği bir çağda yaşıyor oluşumuz unutuluyor. ABD, İsrail, Avrupa ve bunların ortakları Türkiye vb. Ortadoğu  işçi sınıfını, emekçilerini, halklarını boğmak için saldırıyor. Ekonomik, siyasal, askeri her yolu deniyor. Ve bu arkadaşların güvenli limanları, mevcut iktidarlar! Oralarla nefes alıp veriyorlar ama sorulduğunda açıktan savunduklarını söylemiyorlar. Emperyalistlerin ele geçirdiği her alanda ise dönüp “bakın beğenmiyordunuz şimdi daha mı iyi oldu” diye yüzleri kızarmadan da soruyorlar.

Bugün Suriye’de Lazkiye’de binlerce insan katledildi haberleri geliyor. Halkları bu hükümetlere terk eden anlayış değil de halkların bu tarz hükümetlere karşı da savaşma zorunluluğu olduğunu söyleyenler haksız öyle mi? Halklara, Kapitalist-Emperyalistlere karşı sığınılacak liman olarak bu iktidarları açık-utangaç olarak gösterenler haklı öyle mi?

Proletaryanın devrimciliğine güvenmeyenlerin utangaçça burjuva-feodal koalisyonlarına, halk düşmanı iktidarlara güvenenlerin marksizm-leninizm için söyleyeceklerinin sınırları ehvenişer belirlemeleri kadardır.

Haklı olarak Suriye’de “bu halkların devrim yapma hakkı yok mu?” Diye sorulmuştu. Doğru soruyu HTŞ üzerinden sorduğu için atlanmıştı. Bu iktidarlara utangaçça yaslananların, emperyalistlerin vahşiliğini ve gericiliğini anlayamamasının onmaz sonuçlarını yaşıyoruz! Suriyeye çöken emperyalistler, HTŞ ile sermaye koridorları planlarken bir taraftan da Alevi katliamlarını sürdürüyor. Burada “şimdi daha mı iyi oldu” sorunu sorarak haklı oldukları sanrısına istedikleri gibi kapılabilirler. Halkların gerçek çıkarlarını düşünmeyen, işçi sınıfının geleceğini düşünmeyen, onların acılarını düşünmeyen, yaşadıkları baskı ve zulmü düşünmeyen bu anlayışlar, bu “üçüncü dünya” ülkelerinde sınıflar yokmuş gibi yapmaya devam edebilirler. Ancak kapitalist-emperyalistler kendi sınıflarını unutmuyor, kendi çıkarlarını unutmuyor. Onlar vahşice saldırıyor!

Sınıflar varlığını sürdürüyor, sınıf savaşı emperyalizm ile boyutlanarak devam ediyor. İşçi sınıfının ve halkların kurtuluşu, üçüncü dünya iktidarları değil proleter sosyalizmdedir!

İletişim: kentyoksulu@proton.me

Yorumlar