Polemik Sayı-2
Biraz da EKONOMİZM
Aziz Çelik'i takip ediyor musunuz bilmiyorum. Etmekte fayda var. Bir önceki yazısında "Asgari ücreti kim belirleyecek” diye soruyor ve cevaplıyor. "Asgari ücret komisyonu fiilen lağvedildi" diyor. Zaten uzun yıllardır asgari ücreti sermaye-devlet ilişkisiyle belirleniyordu. Konumuz burası değil. Asgari ücret gerçekten nasıl belirlenir sorusuna da yanıt aramayacağız - belki başka sefere-
Sınıf savaşında, asgari ücret belirleme mücadelesi, ilk anda ekonomik görünse bile politik mücadelenin bir parçasını oluşturur. Bir taraftan emperyalist-kapitalist sistemin uluslarası İşbölümüyle beraber türkiye gibi ülkelerde asgari ücreti belirli bir düzeyde tutma isteği, diğer taraftan türkiye kapitalizminin vahşi sömürü katsayını arttırma isteği iç içe geçmiş vaziyette. devletin ise sermayenin bekçiliğini yaptığı bir düzlemde tüm mücadele girişimlerini baskı altına almasının yanında devletin de sermaye ile iç içe geçişinin altında asgari ücret belirlemesini gerçekleştiriyor.
Asıl merak ettiğim şey nasıl olur da kendisine ML hareketi diyenler asgari ücret 50 bin tl olsun 100 bin tl olsun ya da buna benzer biçimde bir ücret önerebiliyor? Buraya ikinci sayfada döneceğiz.
Türkiye'de herhangi bir sorunun teşhiri ya da çözüm isteği için toplumsal alanlara gidilir. O ilin/ilçenin merkezleri gibi. Burada da mekan savaşları verilir şüphesiz. Ancak "üretimden gelen güç❞ denilen mefhum çok az kullanılır. Bu basit olarak çalışma biçimiyle ilgilidir aslında. Nerede çalışma yürütüyorsan, oranın habitatıyla çevrilirsin. Haliyle hareketin biçinini de oranın ilişki biçimleri belirler, belki daha sonra sen belirleyen olabilirsin, taşıma suyla değirmen döner mi bilinmez.
Burada önemli olan her yapısal "şey" kendi sınırları içinde davranması zorunluluğu. Bu "şey" ler bir biri yerine geçmeye başlarsa ne olur? Bir sendikanın diyeceğini, “Komünist Partiler" söylemeye başlar, ve yoksulluktan beli doğrulmayan “sıradan bilinç” ise öfkesini kusacağı alanlar aramaya başlar. Bu illa ki olumlu olur demiyorum. Belki kendisine cemaat bulur, belki de bir milli reis bulur. Belki sonra yine bir başka komünist parti çıkar ve laiklik ile ilgili bir şeyler anlatır.
EKONOMİZME DEVAM
Ücretli çalışanların nicel ve nitel sıçrayışı ve hâlâ mülksüzleştirme yoluyla işçileştirme politikalarının devam ettiği bir dönemde işçi sınıfı içinde kararlı mücadele “ekonomizm” sanılıyor. Sonra bununla yetinmeyip, sendikaların görevini bir devrim partisi olarak üstleniliyor.
Her şey birbirine karışmış vaziyette o halde biraz da ben karıştırayım.
Komünistlerin görevi (tek değil), ücretli köleliği ortadan kaldırmaktır. Daha açık ifade edemezdim galiba. O halde günlük görevlerimizi kim yerine getirecek? Parti çevresinde kümelenmiş örgütler (sendikalar, işçi meclisleri, konseyleri, fabrika komiteleri, işçi dernekleri, doğa-kadın-lgbti+ dernek-meclis-komisyon ve niceleri) kendi habitatıyla hareket ederler ve olağan olan da bu❜dur. Haliyle hepsinin talepleri, yapabilecekleri ve örgütlenme şemaları farklıdır. Bunu tek bir yerde toplayacak güç ise daha yeni sizin sendikaya dönüştürdüğünüz, mahalle derneğine dönüştürdüğünüz, hukuk bürosuna dönüştürdüğünüz, barış elçiliğine dönüştüğünüz, emperyalistlere açık mektup göndermelere dönüştürdüğünüz Partiler'dir. Şimdi bunların hepsini siz biliyorsunuz tabi orası ayrı. Herkes her şeyi zaten biliyorsa geldik bu yazının da sonuna. Daha önce okunmamış bir şiir bırakalım da tüm yazı boyunca bilinmeyen ilk şey olsun;
İşçi aniden duruyor
Fabrika kapısının önünde
Güzel hava ceketinin ucundan çekiştiriyor
dönüp,
bakıyor gökyüzüne,
kurşuni bulutların altındaki
o kızıl, yuvarlak,
gülümseyen güneşe.
Bir göz kırpıyor dostça:
“Söyle bakalım dostum Güneş,
sence de saçma değil mi
böylesi güzel bir günü
bir patrona vermek?
Jacques Prevert(1900-1977)
2 Aralık 2024
İMZA: yarı zamanlı işçi tam zamanlı kent yoksulu. İletişim: kentyoksulu@proten.me

Yorumlar
Yorum Gönder