Belki de %99 Değilizdir

                                                   Belki de %99 Değilizdir



Hatırlarsınız, “Wall Street'i İşgal Et” eylemleri sırsında kullanılan bir slogandı “Biz %99’uz”. Kimilerine göre tüm ezilenleri, geniş halk kitlelerini içine alan çarpıcı bir slogandı. Bugün emperyalist-kapitalist sistemin yaratmış olduğu Dünya böyle bir Dünya. “Bir tarafta sefalet diğer tarafta sermaye birikiyor.”Konunun mevcut savaş ortamından memnun olanlar/olmayanlardan devrim çıkartanlara kadar  bir ilişkisi olduğunu düşünüyorum. 

“Biz %99’uz”’u biraz Türkiye’ye uyarlarsak ilginçlikler yaşayabiliriz böylece. Açıkçası Türkiye’de çoğu siyaseti %99cu gibi görmekte pek haksız sayılmayacağımı düşünüyorum.

Slogan’ı Türkiye’ye uyarlarsak, Halk kavramına ulaşabiliriz. Halk kimdir? “Devrimden çıkarı olan herkes” pekala %99’u oluşturabilir.  Yani komprador-işbirlikçi ya da oligarşiyi dışarıda bıraktığımız, buralarla çelişkisi olan herkes. Haliyle tüm ezilenleri de kapsamı içine alır. Ancak ilginçlik burada başlayabilir. İşbirlikçi-komprador ya da oligarşiyi dışarıda bıraktığımızda ortada sadece işçi sınıfı yoktur. Elimizde kalan; küçük burjuvazinin tüm tabakalarını - işçi sınıfına doğru çözülen ve burjuvaziye doğru yükselen kısımları- orta-ileri kapitalistlerdir de aynı zamanda. 

Ancak burada kesersek bu anlatıyı haksızlık da etmiş olabiliriz. Genel olarak halk söyleminin dışında çıkarsak bir sonraki durağımız emekçi halk olur. Emekçi halk dediğimizde bu sefer orta-ileri kapitalistimizden, ileri olanı da atmış oluruz. KOBİ’leri göz önüne alırsak ortaboy işletmelerin bir kısmıyla sınırlıdır. 

Bu kategorileştirme keyfi değildir. Zaten Türkiye’de ana eksenlerden birisi olan “Anti-emperyalist halk devrimi” fikriyatı  tüm kapitalizme karşı üzerine kurulmamıştır. -Aşamalı olarak toprak devrimi diyenleri kenara bıraktığımızda dahi sonuç bu’dur- 

Yine haksızlık etmeme namına belirtmek gerekir ki tüm bunların yanında belirtmekten onur duyulan bir önderlik meselesi vardır. Bu önderlik ise ideolojiktir. Tüm bu katmanlara Komünist Parti eşliğinde “işçi sınıfının ideolojik önderliği”  konusu devreye girer. Yani hareketin esasını anti-emperyalizm boyutuyla  devrimden çıkarı olan halk kesimi oluşturur, devrim ise işçi sınıfının ideolojik önderliği eşliğinde gerçekleşir. Devrimden sonra ise işbirlikler ya da oligarkların dışında kalan kapitalistlerimiz “ağır vergiler” altında kontrol altına alınır. (Harvey göz kırpıyor.) 

Böyle anlattıkça görülüyor ki hem %99’uz hareketine hem de  kızılan post-modern çoğulculuk fikriyle çokça yakınlaşır. 

    


Sterilizasyon mu? 


Sosyal devrim gerçekten de tek bir sınıfın eseri olmayacaktır. Her sınıf kendi talepleriyle, yol haritasıyla, karakteriyle ve iktidarda alacağını umduğu pay ile orada olacaktır. Burada esası sadece işçi sınıfının ideolojik değil aynı zamanda fiili varlığı oluşturur. Komünist Parti onun bağımsız örgütlenmesiyle ancak öncülük sıfatını kazanabilir. -Ama çok hızlı ikinci konumuza geçiş için burayı başka bir zaman bırakıyorum-

İşçi sınıfının bağımsız örgütlenmesi, onun bağımsız siyasetini koşullar. Yani bilimsel sosyalizm ile kurulan bağ, küçük burjuva sosyalizm anlayışlarından günlük çalışmaların haritasına kadar geniş bir yelpazeyi belirler. Düşman ve ittifaklar anlayışını da bulanıklaştırmaz. 

Bu belirlemeleri şeffaf bir şekilde kılı kırk yararak kimin nerede konumlandığının  tüm haritasını çıkartmak gerekmektedir. Yeri geldiğinde feminizme, lgbti+ hareketlerine, doğa hareketlerine, kendi sınırları içindeki ulusal hareketlere geliştirilen bu kılı kırk yarma meselesi üç dünyacılık yapmak adına rafa koyuluyor. “var olan her şeyin acımasızca eleştirisi!” Marx

Ancak Dünya çalkantılı. Bir taraftan ABD-AB sömürgelerinde hareketlenmeler diğer tarafta Ortadoğunun bütününde yaşananlar. Pratik yaşam hiçbirimizi beklemiyor şüphesiz. Yaşananlar ABD * Çin gibi ülkelerin yıllara yayılmış plan-programları ya da Türkiye gibi ülkelerin ajandaları süreklileşmiş “devlet aklı” ile  onlarca-yüzlerce insanıyla burjuva siyasetleri için çalışmaktadır. Işık sesten önce gerçekleştiği gibi bu tarz hareketler de bizlerin sözünden önce cereyan etmektedir şimdilik. 

Tüm bunların bize dayattığı şey steril kalmanın yolunu aramak değil, devrimci Marksizmi eğip bükmeden pratikte konumlamayı gerektirir. Ender durumlar ise Komün ve Marx ilişkisiyle bize perspektif verir. İşte o zaman devrimci görev bizleri çağırır. Ama o güne kadar;

Devrimci Marksizm anlatsında ısrarından, işçi sınıfının içinde, yoksul kesimlerin içinde, küçük burjuvazinin içinde gelişen türlü burjuva-küçük burjuva ideolojilere karşı  güncel ihtiyaçlar adına vazgeçilmemeli, ehvenişer adına iddiasını taşıdığımız şeyin bükücüsü olunmamalıdır. Bu devrimciliğin koşulu değildir aksine oportünizmin ilk belirleyenidir. 

Bugün geldiğimiz durum ihtiyacımız olanın  biraz bu keskinleşmeye ihtiyacımız olduğunu göstermektedir.

 Suriye’de son 10 gündür olanları “halk devrimi” tanımlamalarından, ezilenlerin haklı isyanına kadar bir dizi yorumlamalar oluyor ya da özellikle oradoğuda “küçük burjuva iktidarların”  olarak açıktan savunulmaktadır. Üç dünyacılığın yeni versiyonları, Rusya’da, Çin’de, İran’da vücut buluyor. ABD-AB emperyalist saldırganlığın yaratmış olduğu bu ehvenişer meselesinin dikişleri Suriye’de patlamıştır. Sadece bu değil, ezilenci-halkçılığın de yaratmış olduğu bu ideolojik bulanıklığın da elle tutulur yanı kalmamıştır.

İMZA: yarı zamanlı işçi tam zamanlı kent yoksulu. İletişim: kentyoksulu@proten.me



Yorumlar